27 Mart 2010 Cumartesi

Sol taraf off line

Küçüklüğümden beri çevremde sevilen biri oldum.
Ya da şöyle başlayabilirdim; ezelden beri sevilmeyi çok önemseyen biri oldum.
Mesela; orta okul/lise civarindayiz. Ayda bir psikolojik danışma adı altında bir çalışmaya giriyoruz.. 5-6 kişilik gruplar halinde. Sanırım kasıtlı olarak çok yakın arkadaş olanları aynı gruba almıyorlardı. Bu sayede her zamanki çetemden ayrıyım.
Psikolok teyze; yumuşak sesli, alişkın olduğum öğretmen despotluğunda olmayan ama yine de hayranlık uyandıracak bir biçimde manipülatif biri. Bir noktada "sıcak koltuk" isimli bir çalışma başlattı. Olay şu: her seans, içimizden biri arkası dönük bir biçimde -o koltuğa mı sandalyeye mi artık neyse- oturuyor. Digerleri de o ebe arkadaşları odada yokmuş gibi onun hakkındaki fikirlerini beyan ediyor. Sıcak koltuktaki elemanın yorumlara, varsa şikayetlere cevap verme imkanı yok. Sadece gözlemci..
Ben deliriyorum sıra bana gelsin de hakkimda düşünüşenleri öğreneyim diye. Diğer katılımcılar da çok yakın oldugum insanlar değil, o yüzden aslında çok da önemsemiyordum fikirlerini. Ama yine de ölücem meraktan.

Ve sıranın bana geldigi gün okula gidemeyecek kadar hasta oldum...
Hala merak ediyorum o adını zor hatırladığım çocukların hakkimdaki fikirlerini.

Yıllar boyunca bunun gibi bir çok örnek oldu. Gittikçe etkisi azalan bir miktarda da olsa çoğu tartişmanın, gerginliğin sonucu bu -aman kimseyle papaz olmiim, sevsinler beni- motivasyonu ile şekillendi. Bu yüzden de makul bir kavga etme eşiğim de hiç olamadı. Tartışma mecburiyetinde kalınca; kendimi fiziksel şiddete ve hatta rakibimi öldürmeye hazırlıyor vaziyette buluyorum. Yani karşımdakinin yerden kalkmaması lazım ki bana bir zarar veremesin değil mi? Haksızsam haksızsın deyin.. Efenim?..

Şimdi bu konuya niye girdim? Aslında zor hayır diyen biri olmam, yukarıda saydığım acaiplikler gibi şeyleri düşünürken ordan burdan duyduğum yamuk yumuk bilgiler ışığında ikinci bir tez gelişmeye başladı kısıtlı entellektüel dünyamda. Şöyle ki;

Donelerim şunlar:
Sanırım benim ego'm çok kuvvetli değil. Yani ben merkezli değil de biraz daha çevre merkezliyim. İlke merkezli olmayı da seviyorum gerçi.. Bu bir.

Don Juan'ın öğretilerinden birinde der ki; "ruhunu kaybetmiş insanlar uzun uzun şelalere bakarlar" (bizim kültürdeki meali "Su akar, deli bakar") E, ben de salaklaşıyorum su, deniz, inşaat makinesi falan görünce.. Ruhun varlığı da kuşkulu olduğuna göre burda şair ruh derken benlik demek istemiş Bu da iki..

Jill Bolte Taylor'un nefis konferansını seyredince öğrendim ki; Beynimizin sol tarafı; geçmiş gelecek mevhumu, benlik algısı, sınırlarımız, konuşma, konuşma algılama gibi meseleler ile ilgilenirken sağ tarafı; şu an, çevremiz, kokular, sesler, renkler dünyasında takılıyor. Bu üç...

İnternet üstünde yaptığım bir kaç görsel test sonucunda da beynimin sağ tarafının sol tarafından daha iyi çalıştığını öğrendim. Bu da dört....


Böylece işaret ettiğim sonuç "Ben benlik duygusu pek de gelişmemiş bir kimseyim çünkü beynimin sol tarafı biraz patates". Tabi ki bu bir sonuç değil, zira ben karar vermeyi seven biri değilim.. Daha ziyade "şimdilik böyle düşünüyorum" konseptli biriyim.. -ki bu da aynı tezi destekliyor. Radyasyondan ve rezil olmaktan tırsmasam gidip MR falan çektireceğim.

Neyse....

Bu yazı Pirsig usulü chautauqua nasıl olmaz onu bize iyice gösterdi. Her ay bir yazı yazacağım diye karar verdiğim için bu karmakarışık, Zanshin'den uzak düşünce yumağını da bu blog sayfası kılığındaki çekmeceye tıkmış oldum.
Bir dahaki yazımın biraz daha akllıselim olacağını ümit ediyorum, gözlerden öpüyorum..